görsel

Emîrî-zâdeler lakabıyla tanınmış bir aileye mensup olan Ali Emirî Diyarbakır’da doğdu (Işın, 2010: 18). İlköğrenimini Diyarbakır’da tamamladıktan sonra çeşitli müderrislerden dersler alarak Arapça, Farsça ve diğer ilimlerdeki bilgisini ilerletti. 1875-1908 yılları arasında devlet memuru olarak görev yaptı. Âmid-i Sevdâ, Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası ve Tarih ve Edebiyat Mecmuası adlı dergileri yayımladı (İpekten vd, 2002: 171). Küçük yaşlardan itibaren başlayan kitap sevgisi sebebiyle gittiği her yerden kitap toplamıştır (Tevfikoğlu, 1989: 38). Türkoloji alanına yaptığı en önemli hizmetlerden biri Dîvânü Lügâti’t-Türk’ü bulmasıdır. İstanbul’da vefat eden Ali Emîrî Efendi’nin mezarı, kendi özel isteği doğrultusunda Fatih Camii haziresindedir (Çelik, 1988: 21).

Çok kolay ve hızlı bir şekilde şiir yazdığı ifade edilen Ali Emîrî’nin Osmanlı padişahlarına ve şehzadelerine yazdığı şiirlerini topladığı Cevâhirü’l-Mülûk (1319, 1330), II. Abdülhamit’e yazdığı medhiye ve tebriknâmeleri içeren Levâmi’ü’l-Hamîdiyye adlı eserleri ve Dîvân’ı bulunmaktadır. İyi bir münekkit ve araştırmacı olan Ali Emîrî’in tezkire, antoloji ve anı türlerinde eserleri vardır (Gövsa, 1946: 35; Karateke, 1995: 16-58; İpekten vd., 2002: 172; http://milletkutup.gov.tr/ali_efendi_eserleri.html). Manzum eserlerinin hacmi on bine yakın beyit tutan Ali Emîrî, kudretli ve üslupça seçilmiş bir şair olarak kabul edilmemekle birlikte klasik Türk edebiyatını yakından tanıması sebebiyle şiirlerinde vezne hâkim olduğu; mazmunları ve hikemî düşünceleri kullanmada bayağılığa düşmediği ifade edilmiştir. Ayrıca şairin kendine özgü fikir ve mülahazaları olduğu ifade edilmiş, bunlardan bir kısmı kaydedilmiştir (İnal, 1999: 466). Ali Emîrî’nin asıl kıymetinin ise Osmanlı tarih ve edebiyatı alanında sahip olduğu engin bilgisiyle oluşturduğu eserleri ve bir kültür hazinesi olan kütüphanesidir (Ergun, 1936-1945: 1254).