1647 yılına gelindiğinde, Deli İbrahim iyice kafayı sıyırmış, manken gibi kadınlardan bıkıp, balık
eti ve tombulca kadınlardan hoşlanmaya ve aramaya başlamış. Yeterli rüşveti Varvar Ali
Paşa’dan alamayan hangi ahlâksız elçi Padişahın kulağına üfürdüyse, şöyle demiş: “Devletlü
Sultanım; Sivas Beylerbeyi Varvar Ali Paşa’nın emrindeki ‘İbşir Paşa’nın tombul ve dünya
güzeli bir karısı var, üfff tam sizin ağzınıza lâyık! Oralarda yazık oluyor kadıncağıza! Varvar
Paşa’ya söyleyelim de, size o kadını göndersin” derler.
Adı üstünde Deli İbrahim bu, zati kuduruk vaziyette ve hemen saraydan elçilerini gönderir.
Varvar Paşa’dan hem İbşir Paşa’nın nikâhlı karısını ve hem de ‘30.000’ kuruş rüşvet isterler.
Beyninden vurulmuşa dönen Varvar Ali Paşa şöyle der: “Yok devenin pabuçları!.. Ulan ben, bir Müslüman Paşamın nikâhlı karısını nasıl alır da, Padişah efendimize gönderirim!? Sizde hiç
Allah korkusu, din, iman, vicdan kalmadı mı!? Şimdiye kadar ne istediyseniz hep ‘var, var’
dedim! Bu sefer ‘yok, yok, yok’ ulan!.. Bundan böyle beni; ‘Yokyok Ali Paşa’ diye ünleyin, e mi!? Çabuk defolun Sivas’tan, yoksa elimden bir kaza çıkacak!” der…
Sonra ne olur dersiniz? Büyükvezir Yusuf Paşa ile Cinci Hoca’nın aklına uyan Padişah, bir
ferman göndererek; Sivas Beylerbeyi olarak, karısını istediği İbşir Paşa’yı tayin eder ve Varvar
Ali Paşa’nın derhal yakalanarak, ölü veya diri, Saraya gönderilmesini ister. Terfi eden İbşir
Paşa, her şeyi bildiği halde, o dürüst ve inançlı Varvar Ali Paşa’yı öldürtür. Daha sonra da, yine
terfi ettirilip, İstanbul’a çağırılan İbşir Paşa’nın güzel karısı Padişahın can arkadaşı, gece
yoldaşı olurken; vefakâr (!) İbşir Paşa da, şeyinin hakkıyla… yani bileğinin hakkıyla Sadrazam
olur. Halk arasındaki yeni adı ve ûnvanı da; “Deyyus-u Ekber İbşir Paşa” ya çıkar…