Şu an itibariyle günceli yakaladım. Henüz daha on bölümü yayınlanmış ama olsun. Karakter analizi diyelim öncelikle.
Taner Kaya: Babası yurt dışında çalışırken vefat etmiş. Abla da kocasıyla ayrılıp eve gelince parlak bir öğrenci olmasına rağmen okuyamamış. Yaşından erken ev reisi olmuş. İlkokul öğretmeninin kızı Dilek’e âşık. O gideli çok olmuş ama onunla vedalaşmamış. Saf, temiz bir çocuk.
Dilek: Kasabadaki Gülsüm öğretmenin kızı. Babası o küçükken vefat etmiş. Mükemmeliyetçi bir anneyle büyümüş, anne de biraz uyumsuz olunca birlikte oradan oraya savrulmuşlar.
Veysel Kaya: Taner’in amcası düğüncünün oğlu. Taner biraz sessiz kaldığı için ona küfreden çocuğu pataklayıp ceza olarak da okuldan alınıp babası tarafından sanayiye verilmiş. Kaportacı. Okuldaki aşkı Cemile ile evlenmiş. Evli mutlu ve şimdilik çocuksuz.
Cemile Kaya: Veysel’in eşi. Çocukluk aşkıyla evli ve her daim güleç biri. Veysel’in ona neden âşık olduğunu anlamak hiç de zor değil. O da Veysel’i çok seviyor. Annesi o küçükken evde çıkan yangında kedileri kurtarmak için girmiş. Kedileri kurtarmış ama kendi vefat etmiş. Babası kasabanın dişçisi. Anne vefat edince abladan da iz kalmayınca, baba-kız baş başa kalmışlar.
Ramazan Kaya: Bence dizideki en komik kişi. Ramazan da her daim pozitif hatta bazen insanı sinirlendirecek derecede hem de. Belediye başkanının kızını seviyor bu kafasında birkaç tahta noksan olan kişi. Ha onun babası da ağıtçı. Para ile cenazelerde ağıt yakıyor. Öyle bir organizasyon.
Korkmaz’ların kızı Asuman. Nam-ı diğer belediye başkanının kızı. Babası önce müfettiş, sonra başkan olunca çevresinde yapay bir kitle oluşmuş. Çocukluktan beri etrafı ne düşündüğünü ne hissettiğini bilemeyeceği bir çevrilmiş. İşte bu durumdayken samimice biri olan Ramazan buna abayı yakmasın mı? Her şeyinde şaibe olabilen ama samimiyetine kefil olunacak biri.
Zahide Kaya: Taner’in ablası. Ailesi izin vermeyince biriyle kaçmış. Sonra üç çocukla eve dönmüş. Annesinin deyimiyle artık ölmekten beter olmuş biri. Canlı iken mezara girmiş gibi. Kendine sevgiyi bile fazla gören biri.
Dolmuşçu Sefer: Kasabanın minibüsçüsü. Kendisini evlatlık alan aile de ölünce bir başına kalmış evde. Zahide’ye âşık. Ama hiçbir zaman bunu dillendirmemiş.
Herkesi yazmak isterdim ama eminim çok uzun olunca kabul etmez. Ama Elif’e yer olmalı.
Hemşire Elif: Çocukluğundan beri Taner’e âşık. Taner asla onu o gözle görmese de sessiz sedasız Sefer gibi sükûnet içinde aşkını kalbinde taşımış. Ben Elif’i çok sevdim. Ne yalan söyleyeyim Taner’le o olsun çok isterim. Çünkü hep yanında olmuş.
Bu üç emmioğlunun hayali bir uçak yapabilmek. Hatta Taner, ufak tefek bir sürü icat yapan bir Anadolu mucidi.
Az yazamamak gibi bir sıkıntım var da. Devamı efendim:

Üniversitede okurken, Balıkesir’den bizim okula geçiş yapan bir kız vardı. Üçüncü sınıfta geçmişti. Ben Konya’da okumuştum. Malum orası da bozkır. Ucu bucağı olmayan buğday tarlaları. Kız da Konyalı. Anlatırdı, ben otobüsle evime dönerken ağaçlar bitti mi bozkır göründü mü mutluluk kaplar içimi diye. Beni ise tam aksine ağaçlık yerler görünce bir huzur kaplardı.
Galiba o zamanlar ben o kızı anlamadım. Herhalde küçüktüm. On sene evveli. Velhasıl aslında bozkır ya da ağaç değil mesele aidiyet konu.
İnsan ev’i olarak neresini bellerse oraya yaklaşınca içinde bir kuş havalanır. Kalbi sanki yerinden çıkacakmış gibi olur. Ha bir de insanın kendini bir yere ait hissedememek zorunda kalma durumu var, ne siz sorun ne de ben söyleyeyim.
Daha çok şey var diziyle ilgili de birazı da size kalsın. Siz de izlerken bir şeyler keşfedin istiyorum.
Kalın sağlıcakla.
Ekleme geçen hafta: "Yüklerimizi beraber taşıyalım mı Sefer?" sözü yüreğime oturdu. Böyle ağır biçimde.