İbn Haldun dünyayı yedi iklime ayırarak ortadaki dördüncü bölgeyi medeniyetlerin gelişmesine en uygun yer olarak gösterir. Mardin bu bölgenin içindedir. el-Cezire bir geçiş bölgesi olduğu için birçok kavim ve topluluğu misafir etmiş, pek çok medeniyete beşiklik edip kökleşmesini sağlamıştır. Bölgenin en renkli miraslarından olan Mardin Bizans, Sâsânîler, Râşid Halifeler, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Artuklular, Karakoyunlular, Safeviler ve Osmanlıların şehri olarak yüzlerce yönetici ve onlarca devlet görmüştür. Mardin’de farklı mezheplere mensup Hıristiyanların kendilerine ait alanlarda, hem yan yana, hem de kimliklerini muhafaza ederek yaşadıklarını görebilirsiniz. Mardin’deki Süryani ve Ermeni Hıristiyanlar Batılılar geldikten sonra Ermeni Gregoryen, Ermeni Katolik, Ermeni Protestan, Süryani Kadim, Süryani Katolik ve Süryani Protestan şeklinde bölündüler. Batı medeniyeti buraya uzandığında misyonerlik faaliyetleri Müslümanların dinlerini değiştirmeye muvaffak olamayınca Hıristiyanlarla uğraştı. Bu yeni durum Hıristiyanların geleneksel yapılarını bozdu, hatta aile mensupları arasında gerginliklere yol açtı. Oysa Müslümanlar bölgeye geldiklerinde halkın dinine de geleneklerini de ilişmediler. Farklı dinlere mensup insanlar birbirlerinin alanlarına saygı duyarak asırlarca dünyaya emsal teşkil edecek bir arada yaşama örneği sergilediler. Müslümanlar Hz. Ömer (ra) zamanında Mardin’e geldiklerinde burada Hıristiyanların yanı sıra başka inanç mensupları da vardı. Esasen bölge İslam’dan önce Bizans-Sâsâni mücadelesinden büyük zarar görmüştü. Mardin’in çevresine bakıldığında kaybolmuş birçok yerleşim yerinin göstergeleri olan höyüklerle karşılaşılır. Öte yandan ḫırbe ismiyle başlayan birçok köy ismi vardır. Bunların ahali tarafından terk edilmek suretiyle ‘harabe’ haline gelmiş olması muhtemel ise de savaş ve kuraklık neticesinde ağır tahribata maruz kalmış olmaları da ihtimal dahilindedir.