Başlığı iki türlü anlayabiliriz: 1. Sömürgecinin dilini, sömürgeleştirilme sürecinin en önemli silahlarından biri sayıp o dille savaşmak. Onun yerine kendi yerel, yerli veya millî dilimizi koymak. 2. Sömürgeciye karşı siyasî, iktisadî ve hatta kültürel savaşı onun diliyle yapmak. Bu durumda, kendi yerli dilimizi belki folklorik bir zenginlik olarak muhafaza etmek; fakat ilmî ve edebî düzlemde Avrupa dillerinden biriyle okuyup yazmak. Maalesef pek az tanıdığımız Afrika aydınları, yarım yüzyıldır bu ikilemle boğuşuyor. Roman bu savaşta en büyük imkân veya ayakbağı. Çünkü Afrika romanlarının önemli bir kısmı hâlâ İngilizce yahut Fransızca yazılıyor. Edebiyatı “kanaryanın ötüşüne” benzeten Borges haklı ise kanaryaların bülbülce veya kargaca ötüşleri ruha itici gelmeli.
Achebe, İngilizce öten en sevimli kara kanarya. Kararlı ama mahçup. “Afrikalı Yazar ve İngiliz Dili” başlıklı konuşmasında (1964), bir insanın kendi anadilini bir başkasının dili uğruna terk etmesinin “korkunç bir ihanet gibi göründüğünü ve insana suçluluk duygusu verdiğini” itiraf etmesine rağmen kendisi için İngilizce yazmaktan başka bir seçeneğin olmadığını söylüyor: “Bana bu dil verildi ve onu kullanmak niyetindeyim. Fakat bu, kendi ata yurduyla bağlantılı olsa da Afrika’daki yeni ortamına uyacak biçimde değiştirilmiş yeni bir İngilizce olacaktır.”