görsel

Küresel Çağda İslam II

İslam dünyasında liberal, solcu, demokrat kadınlar; hükümet destekli resmi kuruluşlarda yer alan kadınlar; feminist ideolojiye bağlı kadınlar haklarını nasıl savunuyor?
Arap-İslam dünyasında kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal konumlarını ele alırken yaşanan örneklerden yola çıkan Faik Bulut "ezber bozma"yı yeğliyor.
Faik Bulut, "Küresel Çağda İslam" dizisinin ikinci kitabında kadın ve tesettürü çarpıcı yorumlarla irdeliyor.
bir sistem içerisindeki bir elemanın diğerlerinden üstün, baskın olduğunu belirtir. Marksist teoride daha teknik ve has olarak kullanılmıştır. Antonio Gramsci'nin eserlerinde baskın sınıfın boyun eğenlerin izniyle gücü kazanması olarak bahsedilmiştir.
görsel


ve aşk iki kez geldiğinde
ve iki kez yalan söylediğinde
bir daha asla sevmemeye karar verdik,
böylesi adilaneydi,
bize ve aklın kendisine.

ne merhamet dileniriz ne de
mucize;
yakalayacağız,
öleceğiz, sinek
öldüreceğiz, boks maçlarına
ve hipodromlara gideceğiz, hayatımızı
sırf talih ve yetenekle sürdüreceğiz.

"Kimse Bilmez Ne Çektiğimi" Charles Bukowski'nin hayattayken yayınlanmamış şiirlerinden oluşan bir kitap. Bukowski bu kitabı, 1970-1990 yılları arasında yazdığı şiirlerden derlemiş ve ölümünden sonra yayınlanmak üzere ayırmış.
görsel


Türkiye’de son yedi yılda “terör suçu”, iktidar bloğuna karşı her eylemi, her muhalif kimliği içine alacak şekilde genişletildi. Polis fezlekeleri adeta yasaların yerine geçerken; özel yetkili mahkemeler, “düşman” ilan edilen kesimlere karşı kahredici bir mekanizma olarak kullanılıyor.

Çoğulcu demokrasiyi, örgütlü toplumu, özgür bireyi ve eleştirel aklı hedef alan “devlet terörü” eliyle, yasal hakları kullanmak bile terör suçu sayılıyor. Sonuç ortada: ÖYM’lerde yargılanan sekiz bini tutuklu yetmiş bin sanıkla Türkiye, 12 Eylül mahkemelerinin rekorunu bile geride bıraktı.

İsmail Saymaz, bu kitapta 30 ayrı dava dosyasını inceliyor…
görsel


Bir uçak şirketinden bir film stüdyosuna, bir insanın sadakatinden bir kadının aşkına kadar her şeyi parayla satın alabileceklerine inanan insanların halini sergileyen bir kitap, zenginlik ve zafere doymayan Brennan ailesinin üç kuşağının şaşırtıcı öyküsü.
Arapça ˁḳd kökünden gelen ˁaḳāˀid عَقَائِد “ilkeler, aksiyomlar, İslam inancının temel ilkeleri” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça ˁaḳīda(t) عقيدة sözcüğünün faˁāˀil vezninde çoğuludur.
görsel


İnsanlık kavramının sorgulandığı İkinci Dünya Savaşı yıllarının uç koşullarında yaşamla iç içe ve her bakımdan özgün bir bilinçle kaleme alınan Varlık ve Hiçlik, Sartre'ın felsefeye ve insanlığın mevcut durumuna karşı fikirlerinin temel bir açıklamasıdır.

Varlık ve Hiçlik'te Sartre insana varmak adına öncelikle varlıkla derin, uzun ve çok cepheli bir hesaplaşmaya girişiyor. Ontolojinin bu temel yapıtında varlığı sıradanlığından kurtarıp ona bilinci, değişimi, çelişkiyi, başkalığını ve birlikteliğini veriyor. Bu benzersiz varlığıyla insanı geleceğe sürüklüyor. Böylece onu yaratmaya, bağımsız olmaya, seçim yapmaya ve nihayetinde özgür olmaya, kendi betimiyle, mahkûm ediyor.
Simena Kalesi
Antalya Simena Kalesi
Antalya’nın Demre ya da Kaş ilçelerinden ulaşabileceğiniz Simena Kalesi, Simena Antik Kenti’nin üzerinde kurulmuştur.

Yapımı hakkında bilgi veren yazıtlarda Simena Antik Kenti’nin tarihinin M.Ö. lV. yüzyıllara dayandığını gösteriyor. Simena Kalesi Ortaçağ’da kullanılmıştır ve içerisinde doğal kayaya oyulmuş 7 oturma sırası ve bunun yanı sıra 3000 kişilik bir tiyatro kalıntısı bulunmaktadır. Buna rağmen Likya şehirleri arasında en küçük tiyatro özelliğine sahiptir. Aynı zamanda burada birçok mezar kalıntısına şahit olacaksınız.

Antalya tatilinizde gezebileceğiniz Sinema Antik Kenti’nin yanı sıra; Konyaaltı Plajı’nı, Antalya Hayvanat Bahçesi’ni, Ariassos Antik Kenti’ni, Dim Mağarası’nı, Side Antik Tiyatrosu’nu ve diğer doğal ve tarihi yerleri de gezebilirsiniz.


Antalya’da Gezilecek Yerler
Antalya Nerede
Antalya Tarihi
Antalya nüfusu
Antalya Hakkında Genel Bilgiler
Antalya Gezilebilecek Yerler Listesi
ANTALYA
ANTALYADA GEZİLECEK YERLER
görsel


"Assassin" (Haşhaşi; suikastçı, katil) bugün Avrupa dillerinde yaygın olarak kullanılan bir sözcük olsa da Arapçadan Batı dillerine geçmesi, "Haşhaşi" adıyla bilinen gizli İslami tarikatın hem Haçlıların hem de Müslüman kurumların yüreğine korku saldığı Haçlı Seferleri döneminde olmuştur. Elinizdeki kitapta Bernard Lewis, hem Haşhaşi tarikatının köklerinin izini İslam'ın Şia kolu içinde sürüyor hem de tarikatın öğretilerinin, gizemli ve efsanevi lider "Şeyh-ül Cebel"in yani Hasan Sabbah'ın hayat hikayesinin kaydını düşüyor. Haşhaşiler tarihte cinayeti planlı, sistematik ve uzun vadeli bir şekilde siyasi bir silah olarak kullanan ilk gruptu. Geçen zaman içinde idealleri ve yöntemleri pek çokları tarafından taklit edilmiştir. Haşhaşiler, tarihin bu ilk teröristleri hakkında yazılmış en anlaşılır, en kolay okunur ve en yetkin çalışma kabul edilmektedir.
kamyoncu ilacı, gece kuşu, yolcu hapı, iştah kesici vb. olarak anılan Captagon fenetylline olan bir amfetamin türevidir. Bu etken madde amfetamin ve teofilinin birleştirilmesiyle elde edilir. İlk olarak 1961 yılında Almanya'da teofilin maddesinin sinir sistemi üzerine etkileri araştırılırken bulunmuştur. Daha sonraki yıllarda Avrupa'da Captagon ismi ile yayılıp dikkat eksikliği, hiperaktivite, narkolepsi, depresyon, epilepsi hastalarına amfetamin ilaçlarına ek olarak captagon reçete edilmeye başlanmıştır. Kötüye kullanımı nedeniyle 1980 yıllarında üretimi durdurulmuştur.
1869 yılında Deliorman’da doğdu. 1.92 m boyunda ve 148 kg ağırlığında idi. 21 yaşında Koca Yusuf’un karşısına çıktı. Övgüsünü aldı. 1899 Avrupa’ya gitti. Callmett, Pitejenski ve Dumas’ı yendi. Petrow’a yenildi. Galibiyetler listesine Hintli Gulan, Macar Caya, Rus Baradonow Alman Mülleri’de ekledi. 1911’de 32 gecede 43 müsabaka yaptı ve “Cihan şampiyonu” ilan edildi.1938 yılında Balıkesir’de öldü
görsel


1 Mart'tan başlayarak martın sonuna kadar takılan, beyaz ve kırmızı yünden yapılan bir süstür. Baharın gelişi münasebetiyle geleneksel Baba Marta (Marta Nine) günleri başlar. Çok eskilere dayanan Baba Marta, Bulgaristan'a has bir gelenektir.
gelişmiş bitkilerde görülen bir bitki organıdır. yapraklar, sürgün tepelerinde, tunik tabakasının üremesiyle kamburcuklar halinde belirir. kamburcuk meydana gelen genç yaprak taslağı, uçtan başlayıp, büyür. yaprakların biçimi, gövde üzerinde bulunuşları, dökülme özellikleri bakımından bulundukları yerlerdeki bitki örtüsüne özel görünüş verirler. bitkilerde solunum, karbon özümlenmesi, terleme gibi olaylar da yapraklarla olmaktadır. bu bakımdan yaprağın bitki coğrafyası içinde önemli yeri vardır. ayrıca bir kadın ismidir.
buğday içerisinde yer alan ve un öz değerlerini en fazla içeren protein grubudur. Unun içerisinde yaş gluten değeri 28-32 arası ideal olup eksikliği durumunda iyi buğday ile karıştırılarak veya kuru gluten ilavesi ile istenen değerlere ulaşılabilir.
İnşaatlarda düz yüzeylere atılacak betonun içine konulan, hasır biçiminde örülmüş malzeme, hasır demir.
DenizliNüfus: 950.557Yüzölçümü: 11.861 km2 Denizli TarihiDenizli yöresinin ilk ve en önemli yerleşim yeri Beycesultan Höyüğü ’dür. (Günümüzde Beycesultan, Çivril ilçesinin 5 km. kadar güneyinde Çivril –Denizli karayolunun hemen sağında yer alır.) Yerleşimin günümüzden 6000 yıl önce M.Ö. 4000 yıllarında Kalkolitik dönemle başladığı öngörülmektedir.Tarihi dönemlere gelindiğinde Denizli yöresinin bilinen ilk sakinleri Arzawalılar olmuştur. M.Ö 1200-1700 arası süren Karanlık Çağ’dan sonra yöreye Frigler hakim olmuşlardır. Xenephon’a göre Frigya’nın batı sınırlarındaki en önemli yerleşimlerinden biri Collosai (bugün Honaz) şehri idi. Friglerin yıkılmasının ardından bölge Lidyalıların eline geçmişti. Lidya Devletinin doğu sınırı ünlü Yunanlı tarihçi Heredot’a göre Karura adlı yerleşimdir. Karura şehri bugün Denizli’ye bağlı Sarayköy ilçesinde bulunmaktadır.Batı Anadolu bölgesi ve dolayısıyla Denizli yöresi M.Ö 129 yılında Romalılarca Asya eyaletine bağlanarak prokonsüllerce yönetilmeye başlanmıştır. Romalılar Asya eyaletindeki mevcut yolları ıslah edip yol akışını Bergama yönünden Efes ve Milet yönüne çevirdiler. Denizli Bölgesi doğu-batı yönünde önemli nokta haline gelmiştir.Roma Devleti’nin M. S 395 yılında ikiye ayrılması sonucu Anadolu Doğu Roma yani Bizans idaresi altında kalmıştır. Bizans Devleti zamanında Denizli yöresi Helenistik ve Roma dönemlerindeki önemini kaybetmiş ve bir süre sonra bölgeye gelen Türklerin eline geçmiştir.Denizli’de Türk HâkimiyetiTürklerin Denizli ile ilk ilişkileri 1070 yılında başlar. Büyük Selçuklu Beyi Afşin Bey yörenin en gelişmiş kentlerinden Honaz’ı aldıktan sonra Laodikeia’yı da yağma ederek istila hareketini Ege kıyılarına değin ilerletmiştir.Ancak bu istila hareketi geçici olmuştur.1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu baştanbaşa zapt edilmiş, bu arada Denizli çevresi de Kutalmışoğlu Süleyman’ın maiyetindeki Beyler tarafından fethedilmiştir.Denizli ve yakın çevresi 12. Yüzyılın sonlarına kadar Türklerle Bizanslılar arasında sürekli el değiştirir ve sonunda Selçuklu Sultanı I. Giyaseddin Keyhüsrev’in ikinci kez tahta çıkışıyla birlikte, 1206-1207’de tamamen Türklerin eline geçer.1176 Miryokefalon (Myriokephalon) Savaşı ile Selçuklu Ordusu Bizans Ordusunu yenmeyi başarmıştır. (Myriokephalon geçidinin Denizli’nin Çivril ilçesi yakınlarında olduğu ve savaşın burada cereyan ettiği görüşü birçok taraftar bulmuştur.) Bu tarihten sonra Türkmenler kitleler halinde Denizli il sınırına yığılmıştır.Denizli toprakları XIII. yüzyıl başlarından itibaren Selçukluların “uc” diye tanımladıkları sınır bölgesinin güneybatı kanadını oluştuyordu. Denizli toprakları bu dönemde çok büyük bir Türkmen nüfusuna sahiptir. Bu dönemde sadece Denizli bölgesinde 200.000 çadır (hane) Türkmen nüfusunun bulunması bize bu konuda fikir vermeye yeterlidir. Denizli Bölgesi bu yönüyle en yoğun Türkmen nüfusunun bulunduğu yer durumundadır.Beylikler Döneminde Denizli’de ilk Türk Beyliği 1260 tarihinde kurulmuş olup uzun ömürlü olamamıştır. Sahip Ataoğulları, Germiyanoğulları ve İnançoğulları Beylikleri yörede hâkimiyet kurmuşlardır.Osmanlı Devleti Döneminde DenizliDenizli ilk defa 1391 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ancak 1402 yılında Ankara savasında Osmanlı Devleti’nin Timur tarafından mağlup edilmesi sonucu Denizli yeniden Germiyanoğlu Beyliği’ne verilmiştir.1429 yılında Denizli tüm Germiyan topraklarıyla birlikte Osmanlıların eline geçmiştir.Denizli Osmanlı yönetimine geçtikten sonra yöre ahalisinin büyük çoğunluğu kırsal kesimde yasamaya devam etmiştir. Kırsal nüfusun önemli bir bölümü aşiretler halinde göçebe olarak yasıyorlardı. Bunlara ait yer adları günümüze değin varlığını devam ettirmiştir (Avşar, Bayat gibi). Yerleşik olan kent nüfusu ise esnaf loncalarına bağlı olarak ticari faaliyetlerle uğraşmaktaydılar.İbni- Battuta seyahatnamesinde 1332 yılında uğradığı Denizli’de Ahi Sinan ve Ahi Tuman adlı iki ahi reisinden bahseder. Hatta bazı kaynaklara göre Ahi teşkilatının kurucusu olan Ahi Evran bir süre Denizli’de kalıp burada bahçıvanlık yapmıştır. Sosyal yönden Denizli 14. ve 15. yüzyıllarda doruk noktasını yaşamıştır.Denizli İdari Teşkilat TarihiOsmanlı Devleti idari bakımdan eyaletlere, eyaletler sancaklara, sancaklar, kazalara, kazalar nahiyelere taksim edilmiştir. Denizli yöresi 1429 yılında hakimiyetine girdiği Osmanlılar tarafından kazalar halinde coğrafi durumuna göre üçe bölünerek, üç ayrı sancağa bağlanmıştır.Asi Karaağaç’ın Hamid, Tavas’ın ise Menteşe sancaklarına bağlanmasına rağmen, bugünkü Denizli’nin büyük kısmını teşkil eden Homa, Işıklı, Çal, Baklan, Denizli, Honaz, Sarayköy ve Buldan Kütahya sancağına bağlanmıştır.Denizli kazasının idari yapısı ufak tefek değişiklerle 17. yüzyıla kadar devam etmiş, ancak bu yüzyılda Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyliği dağıtılınca Denizli toprakları Aydın Eyaleti topraklarına dahil edilerek bir değişim yaşamıştır.Denizli’de 1876 yılında ilk Belediye Teşkilatı kurulmuştur. 1883’te Sarayköy, Buldan ve Tavas İlçelerinin bağlanmasıyla “Sancak” haline getirilen Denizli, 1884’te Çal, 1888’de Acıpayam ilçelerinin katılımıyla Aydın’a bağlı mutasarrıflık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla da 1923’te il olmuştur.Denizli Adının KökeniDenizli’nin eski adı “Ladik” ya da “Lazik” idi. Bu kelime Laodikeia kelimesinden gelmektedir ve Türkçe’de bir anlam ifade etmemektedir. Yukarı Menderes Vadisinde (bugünkü Denizli şehrinin 6 km kuzeyinde) bulunan Laodikeia şehrinin Türklere geçişi sırasında “Ladik” ismi de miras kalmıştır. Aynı mıntıkada bulunan Khonae-Honas, Khoma-Homa, Tabae-Tavas da bulunduğu gibi Laodikeia’da bu kaideye uygun olarak Ladik ismini almış ve Selçuklu kayıtlarına öyle geçmiştir.Ancak Selçuklu hakimiyeti ile birlikte şehrin bugünkü yerine taşınması neticesinde “Ladik” adının yanında “Toğuzlu” adı da kullanılmaya başlamıştır. “Toğuzlu” adının “Ladik” adıyla birlikte kullanılmasıyla bu kelimelere “Tonuzlu” ve“Tonguzlu” adları da eklenmiştir.Ünlü Seyyah İbn-i Batuta 1333 yılında ziyaret ettiği Ladik şehrine aynı zamanda “Donguzlu” dendiğini söylemektedir. Aşağı yukarı aynı yılları kaydeden Mesalik Ül-Ebsar’da “Tonguzlu” ifadesini kullanmıstır. 1350 yıllarına ait bir İlhanlı vergi kaydı ise “Tonğuzlu” diye yazar. Yine 1372 tarihli bir takvimde de “Tonguzlu” yazılışı görülmektedir. Timur’un resmi tarihçileri de “Donguzluğ” ve “Tenguzluğ” diye kayıtlar tutmuşlardır. Bu tarihlerden sonra bu ifadelerin yerine “Tonuzlu”ifadesinin kullanıldığını kesin olarak görmekteyiz. Nitekim erken dönem Osmanlı tarihçilerinden Nesri ve Aşıkpaşazade eserlerinde “Tonuzlu” imlasını kullanmışlardır.“Tonuzlu” veya “Tunuzlu” isminin “Denizli” sekline dönüşmesi XVI. Yüzyılın ikinci yarısına rastlar. 1510 tarihli bir Osmanlı kaydında “Dinuzlu” kullanımına rastlamaktayız. Bu dönemde kente uğrayan gezginler eserlerinde “Denyzely”, “Denizley”, “Denisli”, “Degnisli”, “Denizli” adlarını kullanmışlardır.Ancak XVI ve XVII. yüzyıllarda Laodikeia – Ladik – Lazik çizgisinin Osmanlı Dönemindeki devamı olan “Lazikkiye” ismi de kullanılmıstır. “Denizli” adı ancak 1675 yıllarından sonra “Lazikkiye” ile birlikte yaygın olarak kullanılmış en nihayetinde 1700 yıllarından sonra bu kullanım kesin şekliyle yerleşmiş ve bölgeyi günümüze kadar ifade eden isim hüviyetini kazanmıştır.
görsel

Ahmet Râsim… Önemli bir eser kaleme alıp da matbuat dünyasında hak ettiği ilgiyi görememiş talihsizlerden sadece biri… Öyle bir şahsiyet düşünün ki, döneminin bütün süreli yayınlarında, her türde kalem oynatmasına rağmen, yazdıklarının büyük çoğunluğu henüz günümüz Türkçesine aktarılmış bile değil. Her ne kadar, kültür-sanat dünyasında şimdiye kadar tanınıp ilgi odağı olamasa da Râsim’in, sadece söz konusu üretkenlik özelliği dahi onun günümüz okuruyla buluşturulmayı çoktandır hak ettiğinin delilidir.

Erken dönem eserlerinden olan Kitâbe-i Gam, Râsim’in İstanbul’da Ada’da âşık olduğu kadına yazdığı mektuplarından oluşmakta. Arkadaşı Ahmet Refik Altınay tarafından “zamanının yüksek, mümtaz, güzel, edip kadını” olarak nitelenen bu şahsiyete Râsim, Adalar ve İstanbul pitoreski altında fevkalâde içli satırlar kaleme alır. Karşılıklı olduğu anlaşılan duyguların, tabiat ve zaman unsurlarının birbiriyle uyumundan doğan her türlü büyüleyici güzelliğiyle dışa vurumu, ortaya klasik edebiyatın aşklarını hatırlatan gazel tadında satırlar çıkarmakta: Artık pek rastlanmayan, ıstırabı çekilen bir aşkın getirdiği bütün duyguların hakiki diliyle.