Haçlı Seferleri en azından başlangıç itibarıyle bir tür Müslüman-Türk karşıtı refleks olma niteliğine sahipti. 1071’de gerçekleşen Malazgirt’te Bizans’ı dize getiren Selçuklu Türkleri aradan 10 yıl bile geçmeden İstanbul’un burnunun dibine kadar gelmiş, İznik’te yeni bir devletin temellerini atmışlardı.
Bu şartlar altında Türklerle mücadele Bizanslılar için ölüm kalım meselesi haline gelmişti. Bizans İmparatoru Mikhael Dukas, Ortodoks Bizans ile Katolik Roma arasında köklü bir mezhep farklılığı ve buna dayalı derin bir düşmanlık olmasına rağmen 1074’te Papa VII. Gregoire’den yardım istedi. Hıristiyan dünyası kendi içerisindeki ihtilafları çözerek Müslüman Türklere karşı birleşmeliydi. Aksi halde onları durdurmak mümkün olmayacaktı ve Boğazları aşan Selçukluların soluğu Roma’da almaması için hiçbir neden yoktu. İmparator haklı olsa da yardım talebi girişiminden herhangi bir sonuç çıkmadı. Fakat bu süreçte kurulan ilişkiler, yaklaşık çeyrek asır sonra başlayacak olan Haçlı Seferleri için sağlam bir zemin oluşturacaktı.
Bizans’ın yinelediği Türklere karşı yardım çağrılarının, aralarındaki dinî ihtilafın Roma lehine çözümü için bir fırsat içerdiğini fark eden Papalık, mevcut durumu Ortodoks Kilisesi’nin yeniden Katolik Roma’nın kontrolüne alınabilmesi için bir imkân olarak gördü. Nitekim 1088’de Selçukluların Kutsal Topraklar’ı ele geçirerek Kudüs’e hâkim olmalarından kısa bir süre sonra Papalık makamına getirilen II. Urban, Hıristiyanlar arasında o döneme kadar bir türlü tesis edilemeyen birliğin Müslüman-Türklere karşı kurulabileceğini görerek harekete geçti. Bizans imparatoru Aleksios Komnenos birlikte hareket edebileceği bir karaktere sahipti. Fazla dindar değildi ve Türklere karşı birlikte mücadele etmeyi üstlenen askerî bir birliğin temin edilebilmesi karşılığında Ortodoks kilisesinin bağımsızlığından vazgeçmeye hazırdı.